İşte Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası'nın o açıklaması:

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

Bugün eşit işe eşit ücret diye haykıran kadınların günü!

Özgür, adil, eşit bir dünya isteyenlerin günü!

Tarihten bize bu mücadele mirasını bırakanların bugün!

Bugün vardık, varız, var olacağız diye haykıran kadınların günü!

Özgürlük ve eşitlik meşalesini yanarak yakan kadınların geleceğe tuttuğu meşaledir 8 Mart!

Biz bu metni yazma sürecindeyken geçtiğimiz günlerde sadece 24 saatte 7 kadın öldürüldü. Öfkeliyiz! Şiddetinizle barışmayacağız!

Kadın mücadelemizi tarihten günümüze Rosa Lüksemburg’tan, Clara Zetkin’den, New York’taki kadın işçilerden, 1917 Şubat devriminin başlatıcıları sayılan “Ekmek ve barış istiyoruz” diyen kadınlardan ve nicelerinden aldığımız mirasla bugün hala sürdürüyoruz. Birçok dönüm noktasına rağmen kadınlar gününün resmiyet kazanması onlarca yıl sürmüştür.

Yıllardır kapitalizme, erkek egemen zihniyete karşı kadının görülmeyen emeği için mücadelemiz sürüyor. Biz kadınlar dünyanın her yerinde özgürlük, eşitlik, adalet, barış ve dayanışma için alanları doldurmaya çığlığımızı yükseltmeye devam ediyoruz. Savaşın, sömürünün, yoksulluğun, eşitsizliğin yanında doğal afetlerin yaşandığı yerlerde adalet de yoktur. Ve bunun acısını da trajedisini de tüm dünyada olduğu gibi bizim coğrafyamızda da en çok biz kadınlar yaşadık.

6 Şubat’ta yaşadığımız felaketi, yıkımı, kaybettiğimiz canları unutmadık. Sorumlularını affetmeyeceğiz!

11 ilde yaşanan felaketten en az 15 milyon insan etkilendi. Bu insanlardan en az 5 milyonu doğurganlık çağında yani çok daha özen gerektiren çağlardaki kadınlardı. Tahminen 226 bin hamile kadın da depremden etkilenmişti. Böyle bir ortamda kadınların en temel ihtiyaçları olan hijyen malzemeleri dahi yeterince sağlanamadı. Kadınlar depremden sonra tıplı öncesinde olduğu gibi toplumun dayattığı cinsiyet modeline uymak zorunda bırakıldı. Deprem bölgesinde yaşayan kadınların iş yükü daha da arttı. Çadırların temizliği, yemek, ısınma, çocuk, hasta, yaşlı bakımı yine kadınlara yüklendi. Bir diğer sorun da çadırlardaki güvenlik problemi. Kadınlar aylarca çadırlarda, barakalarda can güvenliği olmadan her türlü istismar riski altında yaşam mücadelesi verdiler. İnsanca yaşam koşullarından oldukça uzak olan bizler, depremin ikinci hatta üçüncü gününe kadar yalnız bırakıldık.

Depremin ilk günlerinde ne bizi unutan bizi ölüme terk eden devlet ve yetkililerini ne de çadırları parayla satanları unutmadık! Hatay’da tüm kadınlar birlikte “Bu enkazı biz kaldıracağız, yeni bir yaşamı biz kadınlar kaldıracağız!” demiştik.  Bunca kötülüğün, ayrışmanın, yozlaşmanın, sömürünün içinde bu yaşamı yeniden kurmamız mümkün mü? Evet, mümkün! Bu yaşamı yeniden kuracağız! Umudumuzu kaybetmiyoruz! Korkmazsak, susmazsak, omuz omuza verirsek “Her emek mücadelesinde ben de varım!” dersek umudu da hayatı da yeniden kurabiliriz. “Ne olursa olsun ümitsizliğe kapılmamak lazım, kıvılcımları harlamak gerek ki bizi boğan bu karanlık dağılsın.”

               Tüm dünyada hala günümüzde de tartışılmakta olan kadın kimliği ve kadının emeği sorunu vardır. Bizler yüzyıllardır kapitalizm ve patriarkal sisteme karşı mücadele ediyoruz. Son yıllarda ülkemizde kadınlara karşı ayrımcılığın, sömürünün, eşitsizliğim derinleştiğini görüyoruz. Her ortamda kadınlara yönelik akıl almaz uygulamalar önerildiğini ve bunların hayata geçirildiğini, kadın cinayetlerinin siyasallaştırıldığını, çocuk yaşta evliliklere dini makamlarca zemin hazırlandığını görüyoruz. Kadınlar dünyanın birçok yerinde erkeğe göre ikinci konumda yer almaya devam ediyor. Kadınlar ekonomik, kültürel, dinsel, ideolojik nedenlerden dolayı her yerde ayrımcılığa uğruyor. Gelişen teknoloji, eğitim seviyesi, yaşam koşulları ile kadınlar hayatın her alanında başarıyla yer alabilecek güçtedir. Kadın hakları ve fırsat eşitliği demokratik bir toplumun en büyük dinamiğidir. Ancak birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemiz de kadın hakları ve fırsat eşitliği konusunda sınıfta kalıyor. Onlarca yıl önce Mustafa Kemal Atatürk çağlar sonrasına kadın haklarının ve fırsat eşitliğinin önemini vurgulayarak şu sözü söylemiştir; Şuna inanmak lazımdır ki dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir. Bilinçli, eğitimli, hukuka bağlı, eşitlikten yana, laik bir toplum yaratmak için kadının hür olması gerektiğini onlarca yıl öncesinde öngören Mustafa Kemal’e şükran borçluyuz. Cumhuriyet ve laiklik ile kadın vurgusunu çağlar sonrasına yapmıştır. Çünkü laiklik kadındır. Çünkü laiklik eşitliğe dayanır ki buna ülkemizde en çok ihtiyaç duyan sınıf kadınlardır. Doğru uygulanan laiklik ilkesi ile kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip olur, özgürleşir, fırsat eşitliğine kavuşur. Kaldı ki gerici zihniyetin , din tüccarlarının en büyük düşmanı laikliktir, yani kadınlardır. Kinleri, nefretleri, düşmanlıkları buradan gelir. Çünkü Mustafa Kemal’in devrimlerinin en önemlisi laikliktir.

               “Ve kadınlar,

               Bizim kadınlarımız

               Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen,

               Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen

               kadınlarımız"

               Biz kadınlar şiddetin olmadığı, eşit, adil bir dünyada yaşamak istiyoruz. Dünyada her üç kadından biri hayatının bir döneminde mutlaka şiddete maruz kalmıştır. Ülkemizde özellikle son yıllarda kadınlara yönelik şiddet utanç verici boyutlara ulaşmıştır. Neredeyse her gün kadınlar ya şiddete uğruyor ya da öldürülüyor. Sebebi çok açık. Caydırıcı cezalar yok! Çünkü siz kadına yönelik her türlü şiddete hayır diyen, aile içi şiddeti engelleyen, şiddet mağdurlarını koruyan, kız çocuklarının haklarını savunan, suçluları cezalandıran, kadına şiddet konusunda politikalar geliştiren İstanbul Sözleşmesinden, ilk onaylayan ülke olmanıza rağmen ilk çekilen ülke olmayı da başardınız. Devlet kadınları şiddete karşı koruyan bu sözleşmeden çekilme kararı ile hem anayasaya aykırı davranmış hem de kadına şiddet ve kadın cinayetleri faillerini cezalandırma sorumluluğunu reddetmiş oldu. İşte bu yüzden kadına şiddet ve kadın cinayetleri politiktir. Çünkü şiddeti önlemek ve şiddet mağdurlarını korumak devletin yükümlülüğündedir. Bir kadının ömrünün ne kadar olacağına bir erkek nasıl karar verebilir ki? Bir kadın öldürüldüğünde mahkeme nasıl olur da iyi hal indirimi verir? Sebep kıskançlık mı yoksa aşırı sevgi mi, töre mi yoksa tahrik mi? Hayır, hiçbiri! Cinayetin bahanesi olmaz! Devlet kadın cinayetlerini önlemek zorundadır. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi derhal yeniden yürürlüğe girmeli ve koşulsuz şartsız uygulanmalıdır. Kazanımlarımızdan, özgürlüğümüzden, haklarımızdan asla vazgeçmiyoruz. İstanbul Sözleşmesinden asla vazgeçmiyoruz!

Çünkü İstanbul Sözleşmesi yaşatır!

Çünkü İstanbul Sözleşmesi kadınların ve kız çocuklarının hayatlarını kurtarabilir!

Çünkü İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlar.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi cinsiyet temelli şiddete maruz bırakılan herkesin güvencesidir.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi kadın düşmanlarına geçit vermemek için elzemdir.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi ile şiddetin, cinayetlerin yaşanmadığı bir dünya yaratılabilir!

               Kadına şiddetten her bahsettiğimizde erkeğe şiddetten de bahseden birkaç güruha cevabımızdır:

Erkekler uyguladıkları şiddet karşısında yine kendilerini örgütlemelidirler. Eğitim çalışmaları yapmalı, konferanslar, çalıştaylar, protestolar düzenlemeli, kendi benlikleri ile hesaplaşabilme olgunluğunu gösterebilmelidirler. Öyle ki bu zihniyetteki her erkek özellikle kendi ruhuna sinen şiddetin nedenleri ve sonuçları ile samimi bir yüzleşme cesareti göstermeli, şiddetin kaynağını kendi erk düşüncesi dışında aramamalıdır.

Kadın sorununu yaratan insan emeğinin sömürüsü üzerine kurulu sistemin kendisidir. Bu yüzden kadın mücadelesine ve kadın sorununa sınıfsal bakmak zorundayız. Çünkü kadını özgürleştirecek olan sınıf temelli örgütlü mücadeledir. Kadın baskılara boyun eğmeyerek, düzenin dayattığı statüleri, kendine uygun görülen kalıpları yıkarak hayatın her alanında yer alarak özgürleşecektir.

Tıpkı 3 aylık bebeğini bırakıp cepheye giden Nene Hatun, cepheye mermi taşıyan Şerife Bacı, neredeyse tamamı kadından oluşan müfrezesi ile yurdu savunan Kara Fatma gibi,

Tıpkı Nazi faşizmine başkaldıran Tanya gibi,

Tıpkı devrimci düşüncelerinden dolayı yoldaşıyla birlikte katledilen Rosa Lüksemburg gibi,

Tıpkı “Kadının özgürlüğü tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi yalnızca emeğin, sermeyenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.” diyen Clara Zetkin gibi,

Tıpkı Filistin direnişinin simgesi Leyla Halid gibi,

Tıpkı Suriye’de gerici radikal gruplara, Afganistan’da Taliban cehennemine direnen kadınlar gibi.

               Bizler güvenceli iş, güvenceli gelecek istiyoruz. Emeğimiz, özgürlüğümüz için eşit haklar için mücadelemizi sürdürüyoruz. Kadın cinayetlerinin bitmesini istiyoruz! Adalet istiyoruz! Erkek egemen, gerici, feodal, kapitalist düzene karşı her türlü baskı, şiddet, sömürü, cinsel taciz ve işkenceye karşı direnişini sürdüren kadınları ve tarih boyunca zulme karşı gelmiş ve hala gelen tüm direnişçileri saygıyla selamlıyoruz!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emek.i Kadınlar Günü!

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!

                                                                                                                                     TÖBSEN Kadın Komisyonu