Ceza Hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç, somut bir suç işlemedikleri halde sırf bir cemaatin okuluyla, bankasıyla, gazetesiyle irtibatlı oldukları için insanların ‘terörist’ ilân edilerek mağdur edilmelerinin hukukî açıdan doğru olmadığını söyledi. Özgenç, KHK’lıların mağduriyetlerini giderecek Toplumsal Uzlaşı Kanunu’nun taslağını, ulaşması gereken her adrese ulaştırdığını ve değerlendirildiğini söyledi.

Gazeteci Mustafa Yılmaz’ın sunduğu “Kulis Ankara” programında bu hafta, Türkiye’nin hukuk sistemi ve adalet karnesi masaya yatırıldı.

Geçen yıl aralık ayında yayınladığı “Kaçınılmaz görünen ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hal ilânına toplum olarak hazırlıklı olmamız gerekir.” tweetiyle gündeme gelen Ceza Hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç, Mustafa Yılmaz’ın sorularını cevapladı.

“Sosyal medya bize büyük bir kapı açtı”

Son dönemde yayınladığı tweetlerin Türkiye’de gündem belirlemesini neye bağladığının sorulması üzerine Prof. Özgenç, hukuk camiasının içinde çalışan insanların ya uygulamanın içinde olduklarını ve görüşlerinin doğrudan uygulamaya yansıdığını ya da uygulamanın dışındaki teorik alanda yer aldıklarını söyledi. Teorik alanda çalışan insanların aktüaliteyi takip etmelerinin ve cevap vermelerinin zor olduğunu ifade eden Özgenç, “Aslında sosyal medya burada bir büyük kapı açtı bize.” dedi.

Hukukî bir sorun hakkında yapılan akademik bir çalışmanın ya da yayınlanan bir kitabın, yayınlandığında güncelliğini kaybetmiş olduğunu belirten Özgenç, “Şimdi sosyal medya, şunu size imkân olarak sundu: sorun aktüel iken siz, herhangi bir başka medya kuruluşunun aracılığı olmaksızın, doğrudan doğruya görüşünüzü kamunun bilgisine sunabiliyorsunuz.” dedi.

“OHAL Tweeti ile ekonomik gidişatın yanlışlığına işaret etmek istedim”

Prof. Dr. İzzet Özgenç, tartışmalara sebep olan olağanüstü hal (OHAL) ilânına dair tweeti hakkında açıklama istenmesi üzerine, kendisinin Cumhurbaşkanı ile geçmişteki irtibatını bilen çevrelerin, bu mesajı onun isteği üzerine verdiği şeklinde yorumladıklarını ifade etti. Özgenç, bu mesajı verirken herhangi bir kişinin yönlendirmesi ile hareket etmediğini söyledi.

OHAL’in genel güvenlik, doğal afet - tehlikeli salgın hastalık ve ekonomik bunalım sebebiyle ilân edilebileceğini hatırlatan Özgenç, OHAL bugüne kadar hep genel güvenlik amacıyla ve kötü bir şekilde kullanıldığı için insanların OHAL’den ürkmesinin ve tiksinmesinin söz konusu olduğunu dile getirdi.

Prof. Özgenç, hukukta her şeyin sınırının belli olduğunu, denetim olması hālinde yetkinin geniş olmasının, bu yetkinin kötüye kullanılması sonucunu ortaya çıkarmayacağını belirtti. Özgenç, “Siz, olağan dönemde de eğer bu denetimi ortadan kaldırırsanız, yetkiniz hukuk kurallarında sınırlı da olsa, ‘nasılsa etkin bir denetim yok’ deyip hukukun dışına çıkarsınız, çizginin ötesine geçersiniz. Bizim için sorun, efektif denetim sorunudur, olağanüstü hal sorunu değildir.” dedi.

“Ekonomide akılcı tedbirler alınmazsa genel güvenlik sorunu doğabilir”

Kendisinin OHAL ilân edilmesi arzusuyla öyle bir mesaj vermediğini belirten Özgenç, “Ama ekonomik alanda şu andaki gidişatın bazı noktalardaki yanlışlığına işaret etmek istedim.” dedi.

Kamu Özel İş Birliği (KÖİ) yoluyla, Hazine garantili yapılan yatırımların Türkiye’nin borç yükünü artırdığını; Türkiye’nin ihracatta atılım yaptığını ancak bu atılımla elde edilen gelirin, ülkenin borcunu döndürmeye imkân tanımadığını ifade eden Özgenç, Türk Lirasının değer kaybettiğini, insanların alım gücünün düştüğünü ve fakirleştiğini söyledi. Özgenç, “Yerine göre bu tür sıkıntılar, bir genel güvenlik sorunu olarak da karşımıza çıkar. İşte Kazakistan’da yaşanan olayı düşünün. O nedenle dikkat edilmesi gerekir. Eğer ciddi, doğru dürüst, akılcı tedbirler alınmazsa, bu ülkenin gideceği yer orası ve üzülerek söyleyeyim, bugün bu konuda henüz ciddi, doğru, sorunu yönetebilecek akılcı tedbirler alınmıyor.” dedi.

“Hendek olayları, çözüm sürecindeki hataların sonucuydu”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı iyi tanıdığını ve OHAL ilân etmek yerine ne yapıp edip bu badireyi olağan rejimde atlatmaya çalışacağını dile getiren Özgenç, 2015’te Güneydoğu’daki hendek olaylarının aslında OHAL ilânı gerektiren olaylar olduğunu ancak ilân edilmediğini söyledi. 2015 yılındaki olayların, çözüm sürecinde yapılan hataların sonucu olarak ortaya çıktığını ifade eden Özgenç, “Eğer çözüm sürecindeki adımlar hukuk zemininde doğru atılmış olsaydı, biz o süreci yaşamayacaktık.” dedi.

Sedef Kabaş’ın tutuklanması

Prof. Özgenç, Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması konusunu değerlendirdiği “Herhangi bir kişiye hakaret asla tasvip edilemez. Ancak, salt hakaret suçundan dolayı tutuklama kararı verilmesi de asla kabul edilemez. İstanbul’da sulh ceza hakiminin verdiği malum karar, uluslararası camiada bizi rezil etmekten başka bir sonuç doğurmaz.” şeklindeki tweetine dair açıklamalarda da bulundu.

Bir insanın kuvvetli suç şüphesi altında olması, kaçma ihtimali olması ve delilleri yok etme ihtimali olması hālinde tutuklanabileceğini belirten Özgenç, bahse konu kişi için 2 ihtimal de olmamasına rağmen tutuklanmasının, hükümetin açıkladığı yargı reformuyla da bağdaşmadığını ifade etti.

Prof. Dr. İzzet Özgenç, şu değerlendirmede bulundu:

“Gece kapısı kimin çalınır? Kaçacak olan birisinin çalınır. Siz, arıyorsunuz adamı, bir suç işlediği konusunda elinizde ciddi deliller var fakat kişiye ulaşamıyorsunuz. Size bir bilgi geldi; dendi ki ‘Şurada, şu evin içinde, şu mağarada, şurada, burada kişi saklanıyor’ diye. Artık böyle bir bilgi sizin önünüze geldiyse, bunun beklemeye tahammülü yoktur. Gidersiniz, hemen o evi basarsınız, o mağarayı basarsınız, o kişiyi alırsınız, gözaltına alırsınız, bilahare tutuklarsınız. E bu insanlarda böyle bir şey yok ki. Böyle bir durum olmadığı halde, böyle bir tehlike olmadığı halde biz, neden insanların gece yarısı gidip, sabaha karşı gidip kapısını çalar, evin içine dalarız? Sanki evin içinde bir şey varmış gibi arama yaparız, evin altını üstüne getiririz. Bunun hukukla izah edilir bir tarafı yok. Bu, sadece insanları toplum nezdinde küçük düşürmek için. Yani soruşturma ve kovuşturma sürecini başlı başına bir cezalandırma aracı olarak kullanmanın görüntüsüdür. Sorun buradadır.”

“Kontrol şu anda bizim bilmediğimiz kişilerin elinde”

Bunların geçmişte de hep şikâyet edilen sorunlar olduğunu belirten ve 28 Şubat sürecini yaşamış birisi olduğunu söyleyen Özgenç, “28 Şubat sürecinde bunların hepsine bir şekilde maruz kamış insanlarız, doğrudan veya dolayısıyla. Meselâ ben o zaman Tayyip Bey ile beraberdim. O zaman Tayyip Bey de bu sıkıntıları yaşıyordu. Şimdi neden aynı şeyleri yaşatıyoruz ki insanlara? Sorun burada. Kontrol bizim elimizde değil. Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde. Ben, bunları açık açık, ulaştırmam gereken insanlara iletiyorum, konuşuyorum. Kimse benim bu söylediklerime itiraz etmiyor.”

“Hakaret var ama sabaha karşı evinde gözaltı hukuksuz”

Prof. Özgenç, bir soru üzerine, Gazeteci Sedef Kabaş’ın sözlerinde hakaret unsuru olduğunu ve bunun suç olduğunu ancak sorunun, “bu hakaretten dolayı bir insanın sabaha karşı evinden alınıp tutuklanmasının hukukî olup olmadığı sorunu” olduğunu söyledi. Özgenç, “Benim kanaatimce o ifade hakaret içeriyor.” dedi.

Ülkede, bir hukuka aykırılığı taraf psikolojisi ile dile getirmek sorunu olduğunu belirten Özgenç, sözlerine şöyle devam etti:

“Yani bu hanımefendinin maruz kaldığı yakalanma, gözaltına alınma ve tutuklanma sürecindeki yanlışlıkları eleştirirken, bu hanımefendinin kullandığı ibarelerin meşru imiş gibi, doğru imiş gibi, haklı imiş gibi bir izlenim oluşturarak bir mesaj vermektir. Yani onun yanlışına sahip çıkarak bu yargı mercilerinin kararlarını, uygulamalarını eleştirmek. Bizim öyle bir şeyimiz söz konusu değil. Siz, hukuku normal mecrasında işletmediğiniz zaman, bunlara açık olursunuz. Yani suç işleyen bir insanın işlediği suç görülmez, onun maruz kaldığı muamelenin hukukiliği tartışılır. Sadece bu hanımefendiyle ilgili bir sorun değil bu. Bu, aslında uzun süre devam eden bir sorundur. Bakın bu Balyoz soruşturmasında da vardır, Ergenekon’da da vardır, FETÖ soruşturmaları diye belirtilen soruşturmalar sürecinde bunlar vardır. Biz, defaatle şunu söylemişizdir, defaatle de söylemeye devam ediyoruz: Herhangi bir kişiye yönelik değil, siz eğer devlet olarak, yargı mercileri olarak doğru işlem yapmazsanız, bu 2 sonuç ortaya çıkarır. 1- Gerçekte suç işlememiş olan bir insanı cezalandırırsınız. 2- Suç işlediği halde, bu insan mağdur edilmiş gibi toplumda dolaşır. Defaatle söylediğimiz budur.”

Yargının tarafsız karar vermesi gerektiğini belirten Özgenç, “Siz, eğer hukukun gereği olan kararı verirseniz, o karar, toplumda insanların vicdanında yansıma bulur, kabul görür.” dedi.

Yargıya güven duyulmadığında, verilen karar adil de olsa insanları tatmin etmeyeceğini ifade den Özgenç, yargıya güvenin tesis edilmesi gerektiğini belirten Özgenç, “Siz, eğer hukukun gereği olan kararı verirseniz, o karar, toplumda insanların vicdanında yansıma bulur, kabul görür.” dedi.

Yargıya güven duyulmadığında, verilen karar adil de olsa insanları tatmin etmeyeceğini ifade den Özgenç, yargıya güvenin tesis edilmesi gerektiğini vurguladı. Bunun da liyakatli insanların bu görevi yapmasını sağlamaktan geçtiğini dile getiren Özgenç, bu konuda yaşanan problemlere örnek verdi.

Prof. Özgenç, özellikle 2010’lu yılların ilk yarısında, ağır ceza mahkemelerinde başkan olan hakimlerin, Yargıtay’a üye olmayı beklerken aile mahkemelerine hakim olarak atandıklarını, sonradan gelenlerin ise Yargıtay’a kadar yükseltildiklerini; muğber / küskün hāle gelen bu hakimlerin de Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında kötü kararlar verdiklerini söyledi.

Yargıdaki yanlış atamaların, kadın cinayetlerindeki rolü

Özgenç, “Bunun yansıması ne oldu? Bu hakimler, bu muğberiyete (küskünlüğe) bağlı olarak, çok kötü kararlar verdiler ve bu, toplumda ciddi bir rahatsızlık meydana getirdi. Eşleri birbirine düşürdü, Bu yanlış kararlar, aile cinayetlerine, kadın cinayetlerine sebep oldu.” diye konuştu.

Prof. Özgenç, bir soru üzerine, “Vakıfbank Yönetim Kurulunda görev yapan bir eski milletvekilinin, bir uçak yolculuğunun başlangıcında Türkiye’de yaşanan hukuki sorunlarla ilgili olarak benimle sohbet etmeye başladığı sırada diğer bir milletvekilinin uçağa gelmesi üzerine hemen sohbeti kesmesi, dikkat çekicidir.” Şeklindeki tweeti hakkında da açıklamada bulundu.

“Yapılan yanlışlıkların farkında olanların sesleri çıkmıyor”

Yönetimde görev üstlenen insanların, oradaki birtakım yanlışlıkları görebildiklerini ancak kendi konumları itibarıyla bu yanlışları dile getirmediklerini söyledi. Özgenç, “Aslında pek çok insanla birebir görüşmelerimiz olduğunda… Bakın bütün bu eleştirilerime rağmen ben, çok kişiyle bir arada olabiliyorum. Bir arada olduğumuzda konuşabiliyoruz. Konuştuğumuzda söylediğim hususlara bir eleştiri gelmiyor; ama bu insanlar, bu konuşulanların, yapılan yanlışların farkında olmalarına rağmen, sesleri çıkmıyor.” dedi.

Özgenç, bunun sebeplerinden birinin, menfaatlerini kaybetmek istememek olduğunu söyledi. Özgenç, şu değerlendirmede bulundu:

“Yanlışı dile getirmek zorundayız. Bu yanlış, ister şahsımızla ilgili olarak yapılsın ister başkalarıyla ilgili olarak yapılsın. Yanlışı dile getirmek zorundayız. Yanlışı dile getirmek, birine düşman olmak anlamına gelmiyor. Ben, kişilerin düşmanı değilim; ben, yanlışın düşmanıyım. Yanlışı dile getirmek zorundayım. Ben, bu kanunların yazımında görev yapmış bir insan olarak, bu kanunların uygulanması sürecinde yapılan yanlışları dile getirme konusunda kendimi görevli addediyorum, kendimi sorumlu addediyorum.”

Örgütlü suçlar konusundaki yöntem hatası

Türkiye’de bir örgütün tespitinde tümevarım yöntemi uygulanması gerekirken tümdengelim yönteminin uygulandığını belirten Özgenç, bunun mağduriyetlere sebep olduğunu söyledi.

Özgenç, somut suç işlemiş insanların arasındaki ilişkilerden hareketle bir örgütün varlığının tespit edilmesi gerekirken, önce bir suç örgütü tasavvur edildiğini, sonra o örgütle ilişkisi olduğu düşünülen herkesin suçlu ilân edildiğini dile getirdi. Özgenç, “Bu kişiler somut bir suç işlememiş olsalar bile o örgütsel yapıyla olan ilişkisi dolayısıyla bu insanları suçlu ilân edersiniz, terörist ilân edersiniz ve bu şekildeki bir yöntemle bir sürü insanı mağdur edersiniz.” dedi.

Özgenç, özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonraki süreçte uygulamaların da bu tümdengelim yöntemiyle yapıldığını, bu sebeple de pek çok insanın mağduriyetine sebep olunduğunu kaydetti.

Özgenç, “Aslında 15 Temmuz hadisesinin bir örgütsel yönü var. Yani o suç, örgütsel bir ilişki olmadan işlenebilecek bir suç değil. Hatta 15 Temmuz 2016 öncesinde de suç işlemek amacıyla oluşmuş örgütsel yapılar vardı; ama bunlara bizim, işlenen somut suçlarla bağlantılı olarak ulaşmamız gerekiyordu. Ama biz, işlenen somut suçları bir kenara ittik, bir cemaat yapılanmasını terör örgütü olarak dizayn ettik, tanımladık. Ondan sonra bu cemaatle şu veya bu şekilde bir ilişki içinde olan, bu cemaatle daha önce bir şekilde mensubiyet ilişkisi içinde olan, bunların evlerinde kalan, bunlara kurban bağışında bulunan, gazetesine abone olan, şunu yapan, bunu yapan insanların hepsini biz, terörle suçladık ve terörist muamelesine maruz bıraktık. Böyle bir uygulama doğru değil.” diye konuştu.

Prof. Özgenç, bir soru üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan şahsî hukukunun, yanlışları dile getirmesinin önünde bir engel teşkil etmediğini söyledi.

“Başbuğ hakkında tutuklama kararı verilince Erdoğan’ı aradım”

Özgenç, daha önce verdiği bir mülâkatta dile getirdiği “Hukukî hatalar bilinçli yapılıyor” sözü hatırlatılarak “Ne hedefleniyor?” diye sorulması üzerine de, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ hakkında verilen tutuklama kararını örnek gösterdi.

Özgenç, aynı akşam dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı aradığını, ertesi sabah da Başbakan Erdoğan ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le bir masa etrafında bir araya geldiklerini anlattı. Özgenç, “Ben, kararı masanın üstüne koydum ve dedim ki bu kararı bu hakimler vermemiştir. Bu hakimlerin birisini tanıyorum. Diğer ikisini tanımıyorum. Bu kişi, böyle bir kararın altına imza atacak biri asla değildir. Diğer ikisini tanımıyorum ama onların da böyle bir kararın altına imza atacaklarını asla düşünmüyorum dedim. Bunlar, başka bir yerden verilmiş olan bir kararın altına imza atmışlardır. Aynen bana sorulan soru şu oldu: ‘Kim’ dedi ‘bu kararı verdi?’ Onu söylemek bana düşmez dedim ve o sürecin geldiği nokta ortadadır.”

Prof. Özgenç, Malatya’daki Zirve Yayınevi’ne yapılan baskında biri Alman ikisi Türk üç Hristiyan’ın boğazları kesilerek öldürülmesi olayının, İstanbul’da Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi olayının son derece önemli olaylar olduğunu söyledi.

KHK MAĞDURLARI

Programın sonunda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uygulamaları da, hukukî açıdan masaya yatırıldı.

KHK uygulamalarının asla sağlıklı bir şekilde işlemediğini ifade eden Özgenç, “Somut bir suçla ilişkisi olmayan insanları biz, töhmet altında bırakmamalıyız.” dedi.

Prof. Özgenç, şöyle konuştu:

“Somut suç yoksa, dersane, banka, gazete ceza sebebi olamaz”

“Somut bir suçla ilişkisi varsa insanın eğer, onun hukuk neyi gerektiriyorsa icabına bakalım; ama somut bir suçla ilişkisi yoksa, yani bir tarihte bilmem ne yurdunda kalmış, bilmem ne evinde kalmış, bilmem gazete okumuş, şunu yapmış, bunu yapmış diyerek insanları soruşturma süreçlerine, kovuşturma süreçlerine tabi tutuyorsak, mahkûm ediyorsak, burada biz, sadece mağduriyet ortaya çıkarırız. Bu, doğru değil. Bunun önüne geçecek bir çare bulmamız lâzım gelir. Bu çare de şu: Şu anda bunların bir kısmı, kesinleşmiş hüküm olarak karşımıza çıktı. O nedenle kesinlikle bir kanunî düzenlemeye ihtiyaç var. Bu kanunî düzenlemeyle, somut bir suça bulaşmamış olan insanların mağduriyetinin bir şekilde telâfi edilmesi lâzım. Eğer ben bir silah satın aldıysam, uyuşturucu madde satın aldıysam, bunun bedelini ödeme konusunda bankada para transferinde bulunuyorsam, bundan dolayı beni cezalandırabilirsin; ama ticarî ilişkilerim gereğince, devletin denetimi ve gözetimi altında bulunan bir bankada bir hesap açtığım için ben eğer terörle suçlanıyorsam, burada bir yanlışlık var. Bunu görmezlikten gelmeyelim. Benim çocuğum, devletin gözetimi altında bulunan, denetimi ve gözetimi altında faaliyet icra eden bir okulda öğrenim görüyor ise, ondan dolayı ben suçlanamam. O kurumda eğer bir yanlışlık varsa, o kurumla ilgili ne gerekiyorsa onu yap. Hukukun gereği neyse onu yap. Eğer orada suçla bağlantılı bir faaliyet icra ediliyorsa, bunun gereğini yerine getir; ama burada eğitim öğretim görmüş insanı ben cezalandıramam.”

TOPLUMSAL UZLAŞI YASASI

Taslak metnini hazırladığı Toplumsal Uzlaşı Yasası’na dair soruyu da cevaplayan Özgenç, şu açıklamada bulundu:

“KHK mağdurları için hazırladığım kanun taslağı iktidara ulaştı”

“Biz bu süreçte bir sürü insanı soruşturduk, kovuşturduk, yargıladık, kamudan ihraç ettik ama herhangi bir suç isnadında bulunmadık. Soruşturduk ama kovuşturmaya yer olmadığına karar verdik. Kovuşturduk, yargıladık ama sonunda beraat etti kişi veya gazetesini okuduğu için veya okuluna çocuğunu gönderdiği için, bankasında hesabı olduğu için terörle suçlayarak bir insanı mahkûm ettik ama kişilere somut bir suç isnadında bulunmadık. Bu insanları bizim toplumda ‘hükümlü’ diye toplumda dolaştırmamamız lâzım. Bu insanların topluma kazandırılması lâzım. Bu insanların ümitlerini canlı tutmamız lâzım gelir.

Bunu sadece belli bir örgütsel yapıyla ilgili olarak değil, Güneydoğu’daki meseleler için de bunu işletmemiz lâzım gelir. Bakın toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmış ama kolluğa taş atmamış, kamunun malına zarar vermemiş, kimsenin burnunu kanatmamış, sadece Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettiği için bir insanı biz, cezalandırmayalım diyorum.”

Prof. Özgenç, bunu bir taslak metin olarak hazırladığını belirterek, “İktidara ulaştırdınız mı?” sorusuna karşılık da “Ulaştırmam gereken her adrese ulaşmıştır metin şu anda. Değerlendirildiğinin de idrakindeyim.” dedi.