“Ülkenin Tüm Mal Varlığına, Tüm Değerlerine Göz Koydular, Şimdi Göz Koydukları Şey Yaşam Haklarımızın Ta Kendisi”

 

CHP Parti Meclisi Üyesi ve Ankara Milletvekili Necati Yılmaz, TBMM Genel Kurulu’nda HDP’nin grup önerisi üzerine konuşarak, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumuna ve KHK’larla işlerinden ve aşlarından edilen binlerce insanın sorunlarına değindi.

 

“16 Temmuz Toplumsal ve Siyasal Bir Afettir”

 

Dönüp bakıldığında  12 Eylül’ün toplumun üzerinden adeta bir buldozer gibi geçtiğini belirten Yılmaz, şimdi 12 Eylül ve 16 Temmuz Darbesi’nin kıyaslandığında bugünlerin neredeyse o günleri arattığını, ihraçlar, mağduriyetler, tutuklamalar, basın üzerinde oluşan baskılar, kapatılan medya kuruluşları, tutuklanan gazeteciler, tutuklanan ve sürgüne gönderilen siyasetçiler ile AKP döneminin toplumsal ve siyasal bir afet olduğunu vurguladı.

 

“Hukuksuzluk, Kuralsızlık, Keyfîlik ve Denetimsizlik Süreci”

 

KHK’lar ile 100 binden fazla insanın işinden edildiğini, 40 binden fazla insanın ise cezaevlerine gönderildiğini belirten Yılmaz, mağdur olan yurttaşların başvuracağı hiçbir yasal yolun olmadığını belirtti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “OHAL ve KHK’lar ile geçen bu on aylık dönemi hatırladığımızda, siz her "demokrasi" dediğinizde, her "hukuk" dediğinizde bu dönemdeki mağduriyetleri ve hukuksal denetim yollarının yokluğunu hatırlayacağız. Yurttaşlarımızın işlerinden, aşlarından yoksun bırakıldığı bir süreci yaşadık ve bu insanlar tümüyle işsizliğe, çaresizliğe mahkûm edildiler. Hiçbirinin başvuracağı bir kanun yolu yoktu, bir bakıma onları ölüme ve yaşam hakları üzerinden haklarını aramaya mahkûm ettiler.”

 

“Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın Sessiz Çığlıklarını Odalarınızdan Duymuyor Musunuz?”

 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya yapılan baskıların her geçen gün arttığını söyleyen CHP’li Yılmaz, “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça günbegün eriyen bedenleri üzerinden haklarını arıyor, itirazlarını yapmak için çaba gösteriyorlar ve baskılar artarak devam ediyor ama ne yazık ki sizler odalarınızdan 500 metre mesafeden bu sessiz çığlığı duymadınız, duymak istemediniz ve bir işkenceye dönüşen yaka paça tutuklanmalarını görmek istemediniz. Akşamları evinize gittiğinizde, çocuklarınızla beraber yediğiniz akşam yemeğinde lokmaları ağzınıza götürürken onların eriyen bedenlerini hiç aklınıza getirmek istemediniz. Ama siz ne kadar kafanızı kuma gömseniz de bu çığlıkları, bu itirazları yok saysanız da toplumun birçok kesimi dünyanın birçok yerinden, ülkenin birçok yerinden bu eyleme destek veriyor”.

 

“Her FETÖ’yü Kovaladığınızda Kendi Kuyruğunuzdan Yakalıyorsunuz”

 

AKP’nin FETÖ süreciyle hesaplaşmakta zorlandığını vurgulayan Yılmaz, “Her FETÖ'yü kovaladığınızda kendi kuyruğunuzdan yakalıyorsunuz ve bu açmazın, bu paradoksun içerisinde bu süreci sorgulamak isteyen her muhalifi cezalandırmak istiyorsunuz, sesini kısmak istiyorsunuz” dedi. AKP’nin bu gerçekle yüzleşmeden bu sorunu asla çözemeyeceğinin altını çizen CHP’li Yılmaz, insan haklarının herkese lazım olduğunu söyledi.

 

 

Açıklama: http://www.tbmm.gov.tr/images/TBMM_logo.gif

TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

 

Dönem: 26 Yasama Yılı: 2 Tarih: 17.5.2017 Birleşim: 93 Ham Tutanak Sayfası:98-106

 

Konuşmacı: NECATİ YILMAZ Seçim Çevresi: ANKARA

 

Tutanak Metni:


 

NECATİ YILMAZ (Ankara)

 

            Sayın Başkan, Sayın Divan, sevgili milletvekilleri; bugün burada HDP grubunun özellikle OHAL sürecinde yaşanan ihraçlar ve bunların sonuçlarıyla ilgili, gündeme gelen mağduriyetlerle ilgili bir değerlendirmesini konuşacağımız önergesini tartışıyoruz.

            Sevgili milletvekilleri, 16 Temmuz bir darbenin, bir darbe sürecinin sonuçlarını en acımasız şekilde ülkemize yaşattı. Dönüp 12 Eylül’le kıyasladığımızda 12 Eylül’le ilgili ortak değerlendirmemizin toplumun üzerinden geçen bir buldozer olduğunu söylüyorduk, böyle bir tespitte bulunuyorduk. Şimdi dönüp baktığımızda 12 Eylül ile 16 Temmuz darbesini, darbe sürecini birlikte değerlendirip kıyasladığımızda görüyoruz ki o günlere rahmet okutan, özellikle ihraçlar, mağduriyetler, tutuklamalar, basın üzerinde oluşan baskılar, kapatılan medya kuruluşları, tutuklanan gazeteciler, tutuklanan siyasetçiler, sürgüne gönderilen siyasetçiler ve tüm bu mağduriyetler üzerinde baktığımızda bu defa 16 Temmuz darbe süreciyle ilgili söyleyeceğimiz söz tam bir toplumsal afettir, siyasal bir afettir. Böylesine büyük, ağır tahribatlar yaratmış bu afet sürecinin tüm mağduriyetlerini burada konuşmamıza imkân yok. Ancak burada somut 2 eğitimcinin artık yaşamlarını kritik bir aşamaya getiren bir hak arayışına, bir seslenişine, bir itirazına ilişkin değerlendirme üzerinden bu sürecin tartışılmasını istiyoruz. Biliyoruz ki diğer mağduriyetleri konuşsak günlerce bunları bitiremeyiz ve bu zaman bizlere yetmez.

            Sevgili milletvekilleri, biliyorsunuz sayısı 150 binlere ulaşmış kamudan ihraç edilen kamu emekçileriyle ilgili ve diğer mağduriyetlerle ilgili ne yazık ki başvurulacak bir kanun yolu yok. Başvurulan makamların tamamı, yargı makamlarının tamamı özellikle 23 Ocak 2017 günlü 685 sayılı OHAL Kararnamesi'yle OHAL'de çıkarılan kararnamelere ilişkin yargı denetiminin olmayacağını, bu başvuruların sadece OHAL İnceleme Komisyonuna götürülebileceğini söylüyor ve bu gerekçeyle bütün başvurular reddediliyor. Dolayısıyla, aradan geçen bu on aylık süre içerisinde tamamıyla bir hukuksuzluk, bir kuralsızlık, bir keyfîlik ve bir denetimsizlik süreci işlendi. On ay içerisinde mağdur olduğunu düşünen hiçbir yurttaşımızın başvuracağı yasal bir yol yoktu. Şimdi, bu on ay içerisinde mağdur olduğunu düşünen yurttaşlarımızın başvurabildikleri bir sürecin olmadığı dönemi tartışıyor ve konuşuyoruz. Dolayısıyla da bu on aylık dönemi hatırladığımızda siz her "demokrasi" dediğinizde, her "hukuk" dediğinizde bu dönemdeki mağduriyetleri ve hukuksal denetim yollarının yokluğunu hatırlayacağız.

            Sevgili milletvekilleri, özellikle bu süreçte insanların ihbar edeni belli olmayan, kimliği bilinmeyen, asılsız, mesnetsiz, dayanaksız ithamlarla, kararnamelerin aracılığıyla işlerinden, aşlarından yoksun bırakıldığı bir süreci yaşadık ve bu insanlar tümüyle işsizliğe, çaresizliğe mahkûm edildiler. Hiçbirinin başvuracağı bir kanun yolu yoktu, bir bakıma onları ölüme ve yaşam hakları üzerinden haklarını aramaya mahkûm ettiler. Biliyoruz ki 17 Temmuzda 24 kanun hükmünde kararnameyle 100 binin üzerinde ihraç, 40 bin tutuklu ve asılsız iddialarla, kimliği bilinmeyen kişilerin yaptığı ihbarlarla bir dolu mağdurlar yaratıldı. Bu mağdurların bir çoğu çaresizlik içerisinde yaşam hakkına son vermeyi bir çözüm yolu olarak, bir hak arayışı olarak gördü. Türkiye'yi bu hâle bu süreçte getirdiniz. Ve 5 bine yakın akademisyen, öğretim görevlisi kürsülerinden koparıldı, öğrenciler bu kürsülerden uzaklaştırıldı. Bu sürece ilişkin itirazlarını söyleyen öğrenciler de tutuklandı ve onlar şu anda cezaevlerinde mahkûm durumdalar. Ama biz biliyoruz ki asıl mahkûmiyet insanların cezaevinde oluşu değil düşüncelerimizi hapseden sınırlamaların varlığıdır. O nedenle ben o üniversiteli gençlerimizi Türkiye'nin aydınlık yüzü ve asıl özgür düşünceli gençleri olarak görüyorum.

            Şimdi, biliyorsunuz -sabah Meclis Başkan Vekilimiz söyledi- hemen 500 metre uzağımızda, Yüksel Caddesi'nde, İnsan Hakları Anıtı'nın önünde, 2 akademisyen, önce günlerce yaptıkları açıklamalarla, eylemlerle dertlerini anlatmak istediler, haklarındaki suçlamayı öğrenmek istediler; her gün yapılan gözaltılar sonrasında, sonuç alamayınca bu defa açlık eylemine başladılar. Şimdi günbegün eriyen bedenleri üzerinden haklarını aramak, itirazlarını yapmak için çaba gösteriyorlar ve baskılar, yine her defasında artarak devam ediyor. Ama ne yazık ki sizler odalarınızdan 500 metre mesafeden bu sessiz çığlığı duymadınız, duymak istemediniz ve bir işkenceye dönüşen yaka paça tutuklanmalarını görmek istemediniz. Akşamleyin evinize gittiğinizde, çocuklarınızla beraber yediğiniz akşam yemeğinde lokmaları ağzınıza götürürken onların eriyen bedenlerini hiç aklınıza getirmek istemediniz. Ama siz ne kadar kafanızı kuma gömseniz de bu çığlıkları, bu itirazları yok saysanız da toplumun birçok kesimi dünyanın birçok yerinden, ülkenin birçok yerinden bu eyleme destek veriyor. Sizler bu tutumunuzu daha fazla ne kadar sürdüreceksiniz, bunu sormak istiyorum ve eğer bu kadar yürekleriniz kör ve sağır olacaksa sizler yaşıyor musunuz, bunu sorgulamanızı istiyorum.

            Sevgili milletvekilleri, biliyoruz ki ülkemize yaptığınız zulüm ve sıkıntı bunlarla sınırlı değil. Ülkenin tüm mal varlığına, tüm değerlerine göz koydunuz. Şimdi göz koyduğunuz şey yaşam haklarımızın ta kendisidir. Bununla ilgili insanlarımızı ciddi bir mağduriyete uğratıyorsunuz ve onları yaşam hakları ve beden bütünlükleri üzerinden terbiye etmek istiyorsunuz.

            Sevgili milletvekilleri, size dönüp on yıllar öncesini hatırlatmak isterim. TEKEL direniş eylemleri vardı benzer şekilde. Orada da yakılan çadırlar, her gün polis baskısına uğrayan eylemlikler vardı. Orada TEKEL işçilerinin mücadele içinde ürettikleri, yeniden yeşerttikleri bir filozofun sözünü sizlere hatırlatmak istiyorum: "İktidar eğer hayatı hedef almışsa hayat da iktidara karşı direnişe dönüşür". Biz bu sözü unutmuyoruz. Siz de lütfen bunu unutmayın. Eğer insanları bedenleri üzerinden, yaşam hakları üzerinden terbiye etmeye kalkarsanız bu bir direniş olarak karşınıza çıkar. Yine hatırlatmak istiyorum. Bütün sistemlerin, bütün yönetimlerin, demokratik olsun olmasın birincil görevi adaletli davranmaktır, adaleti çoğaltmaktır; değilse yıkılmaya mahkûmdur ve bütün devletlerin birincil ödevi yurttaşını yaşatmaktır. Bu ödevden uzaklaşmamaktır.

            Sevgili milletvekilleri, biliyoruz ki içinden geçtiğimiz darbe sürecinde önce bedeninizin parçasına dönüşen sonra ihanetine uğradığınız FETÖ süreciyle hesaplaşmaktan zorlanıyorsunuz, üzerine gidemiyorsunuz. Burada yapılan tartışmaların tamamı boş kalıyor sayın grup başkan vekili. Dolayısıyla da her FETÖ'yü kovaladığınızda kendi kuyruğunuzdan yakalıyorsunuz ve bu açmazın, bu paradoksun içerisinde bu süreci sorgulamak isteyen her muhalifi cezalandırmak istiyorsunuz, sesini kısmak istiyorsunuz, asıl sorun burada. Ama yapmanız gereken tek şey bu gerçeğinizle yüzleşmektir ve şunu hatırlatmak istiyorum: Bu Mecliste birçok oylama yapıldı, bunların birçoğu tarihe not düştü. İdamlarla ilgili oylamalar yapıldı, insanlar el kaldırdı, karşı çıktı. Onların hepsi tarihe not oldu ve şimdi o oyu kullananlar, oylarına sahip çıkmak istemiyorlar. O babaların, annelerin çocukları o duruşa sahip çıkmak istemiyorlar. Birazdan burada yine bir oylama yapacaksınız. Bu oylamada ben sizleri insan haklarına sahip çıkmaya davet ediyorum, ben sizleri hukuka sahip çıkmaya davet ediyorum, ben sizleri yaşam hakkına sahip çıkmaya davet ediyorum. Değilse, bu oylamada aksi bir tutum sergilerseniz inanın ki çocuklarınız da size sahip çıkmayacak ve sizler de bu kullandığınız oya sahip çıkmayacaksınız. İnsan hakları herkese lazım, insan hakları hepimize lazım.

            Zaman zaman cezaevine gidiyoruz, o kumpas davası içerisinde dahli bulunanların durumlarını görüyoruz. Yine bu süreçte sorgulanacak, yine ziyaretlerimize gideceğiz birbirimizin. Orada bunların muhasebesini yapmak istemiyorsanız gelin, burada yapalım; gelin, o eylemin gerçekleştiği İnsan Hakları Anıtı'nın anlamına sahip çıkalım; gelin, yaşama şans tanıyalım...

    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

    NECATİ YILMAZ (Devamla) - ...gelin, herkesin suçlandığı, itham edildiği suçlamaları öğrenmesini sağlayalım; gelin, hep beraber oy verelim, emek kazansın...

    BAŞKAN - Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Yılmaz.

    NECATİ YILMAZ (Devamla) - ...yaşam kazansın diyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)